Hayatla röportaj

Hayatla röportaj yaptığımı gördüm rüyamda.

"Benimle röportaj mı yapmak istiyorsun?" diye sordu Hayat.
"Zamanın var mı?" diye sordum.
Gülümsedi ve ‘’Benim sonsuza kadar zamanım var.’’dedi.
Ne sorular var yüreğinde?İnsanlarla ilgili en çok neye şaşırıyorsun?diye sordum.
Hayat basladı anlatmaya:
Çocukluktan sıkılıp büyümek için acele ediyorlar, sonra yine çocuk olmanın özlemini duyuyorlar. Para kazanmak için sağlıklarını kaybediyorlar, sonra sağlıklarını kazanmak için paralarını kaybediyorlar. Gelecekle ilgili edişelenmaekten şimdiyi unutuyorlar. Sonra da ne şimdiyi ne geleceği yaşayabiliyorlar. Deneyim iyi bir öğretmendir diyorlar ama deneyimin faturasını ödemek istemiyorlar. Hayatlarını kazanmak için eğitim alıyorlar ama yaşam ustası olmayı bilmiyorlar. Bu nedenle de, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşıyorlar, hiç yaşamamış gibi ölüyorlar."
Hayat elimi tuttu sıkı sıkı.. Bir süre sessiz kaldık,birşey konuşmadık.Sonra derin bir nefes aldım. Ona, insanların neleri öğrenmelerini istediğini sordum.
Hayat yanıtladı:
"Hiç kimseyi seni sevmeye zorlayamayacağını, yapabileceğin tek şeyin seni sevmelerine izin vermelerini isterdim. Affetmenin affederek öğrenilebileceğini öğrenmelerini isterdim. Başkalarıyla kendilerini kıyaslamamayı öğrenmelerini isterdim. İki insanın aynı şeye bakıp farklı şeyleri görebileceğini öğrenmelerini isterdim."
"Zengin insanın en çok şeye sahip olan değil, en az şeye ihtiyaç duyan insan olduğunu öğrenmelerini isterdim. Bir sevecen yüreği derinden yaralamanın bir anda olduğunu; ama iyileştirmenin çok uzun sürdüğünü öğrenmelerini isterdim.Hayata pozitif bakmanın yaşama sevincini bir kat daha artırdığını öğrenmelerini isterdim..’’
Hayat derin bir nefes verdi. Hayatın nefesi kelimelere dönüştü.
"Söylediklerimi yüreğine kaydet.’’dedi.söylediği cümleyi yüreğime kaydetmiştim..
"Başkalarını affetmek yeterli değil, kendini de affetmeyi öğren".
Yüreğim kuş gibi hafiflemişti. son olarak bir soru daha sordum’’Hayat benden ne istiyorsun?’’dedim usulca..
Bütün odayı beyaz bir ışık kaplamıştı ve Hayat yanıtladı.
"Senin kendin olmanı istiyorum, yoksa başkası olurdun. Sana bugün ihtiyacım olduğunu bil, yoksa bugün benimle olmazdın. Kendi eşsizliğini ve biricikliğini bil; çünkü ben kendimi tekrar etmeyecek kadar yaratıcı ve zenginim. ve gerçekten TEK değerli olanım. Değerimi bil."

Yalnız kullar...

Boşanma Töreni:)


ÇOK GÜZEL HAREKETLER - Mutluluklar Dileriz (Boşanma Töreni)

Keşke bütün boşanmalar böyle olsa...

dağları deldim...

tv - bkm mutfak - dil yarası | izlesene.com


müzik - sagopa kajmer - 24 |

Yaşlanan Birgün Bugün.
Bavulu Topluyor
Ve Son Vedası Tıpkı Dün Gibi,
Köşeye Çekilip Ağliyor,
Bense Yarına Penceremden Bakma Gafletindeyim.
Gözlerim Dolu
Ve Ellerim Tutuklu Yüzüme.

Dudaklarım Kilitli, Hoşçakal Bugün..
Sen De Yolcusun Dünlerimde Sorgusun
Ve 24lük Yorgunsun
Git De Dinlen Gidenlerle Yarınım Kapıda Bekliyor
Ve Son Veda Zamanı...

Aynalarda Buğulu Yüzümü Göremez Oldum,
Ve İyimserlik Mateminde Sarı Gül Tuttum.
Hayallerim Yok Oldu Koyduğum,
Yerde Yoktu Hiçbiri,
Tek Yabancı Bendim Evde,
Bir Yalancı Mumdu doğan Güneş.
Solan Gülümdü, Talan Sonuydu,
Kalan Resimdi Bir Vesikalık
Gülen Çocuktum Yüzüme Bakarak Ağladım,
Yüzleşirken Kendimle Hıçkırıklarımla Savaşır Oldum
Ertelendim Yarına. Reddedildim,
Gideni Yolcu Etti Gözlerim
Ve Gelene Merahaba Dedi Bu Kimsesiz Dilim,
Ortalarda Gezinen Oldu,dilenci Ellerim,
Bu Son Demiydi Sonbaharın Son Yaprağında
Son Gülümsemekki Nefesi Son Çekişti İçime
Sonbahardı Güz, Ağırdı Gün
Üzeri Bir Tebessüm Etti Yüz,
Saklı Kaldı Her Düşende Kırılan Onca Göçebe His,
 Biz Dünden Olma Yarına Varma Garibiz

ölümüme fon müziği isterim...


Son nefesimin yaklaştığını anlıyorum. Etrafımdaki her şey soluvermiş. Sağımda solumda gidişimi bekleyen uzak yüzler. Sıradan bir "ihtiyar" gibi ölümümü kanıksayacaklar. Sırası gelmiş bir "hasta" olarak beni paketlemeye hazırlanıyorlar. Tanıdık insan yüzleri bile uzak ve soğuk. Onların umduğu sabah benim için yok artık. Onların hazır bildiği yarınlar bana uzak. Kanı çekiliyor eşyanın. Uzandığım yatağın içinden tel tel çekiliyorum. Ömür boyu ardımdan sürüklediğim bedenimi tek bir nefesle aşağılara terk edeceğim. Gözlerim kapanıyor. Kimse aldırış etmiyor; ama ben ölüyorum. Teslim oluyor varlığım. Son yorgun kıpırtılarını göğsümde hissediyorum kalbimin. Yüzüme tutulan aynalara hevessiz bakıyorum. Yüzümden yüz çevrileceğinden öylesine eminim ki. Gücenik bir edayla bakıyorum ölümümü bekleyen sıcacık gözlerin içine. "Neden vazgeçiyorsunuz benden?" Ben vazgeçilmezlerden bilirdim kendimi. Başkalarının ölümüne alışıktım; beni bir "başkası" bilerek ölümüme alışacak başkalarıyla da suç ortağıyım şimdi. Niye itiraz ediyorum o halde bir "başkası"nın daha ölümüne. "Nasıl olur, bu defa ölen benim?" Oysa ne kadar çok yaşayan var; yarını sıradan karşılayacak kadar vurdumduymaz gafiller yaşıyor da, ben niye ölüyorum ki? "Haksızlık değil mi bu?" Beni saran duvarlar anlamsızlığa devriliyor. Dünyanın bütün tavanları çöküyor son an'ımın üzerine. Buharlaşıyor tutunduğum eşyalar. Elim elimden kayıyor. Tenim bana yabancılaşıyor.

Derken, beklediğim fon müziği başlıyor:
1. Ve'dduha.. "[Seni bekleyen] o aydınlık sabahı düşün. Sanma ki hep gece olacak. Sanma ki hep karanlıkta kalacaksın. Akşamı olmayan o sonsuz sabaha doğru yolculuğunun ilk eşiğini geçmek üzeresin."
İçimdeki buzlar eriyor. Tedirginliğim az da olsa dağılıyor. Gözümü kapadığım alem, gözlerimin açılacağı alemi arkada bırakmaya değiyor mu ki? Hangi köşesine düşeceğim hesapların?
2. Ve'lleyli izâ secâ. "[Üzerinden geçecek] o durgun geceyi düşün. Terk edildiğini sandığın o sessizlik anlamsız değil. Seni saracak o toprak sahipsiz değil. Seni bekleyen derin unutulmuşluk gözden çıkarılmış değil. Hesaba katılmaz olacak olsan da, bir hesap var o ?gece'nin koynunda. Hesaplar sensiz olsa da artık, seni bir hesap eden oldu ve hep olacak."
Bana çok mu görülüyor yeni bir sabah daha? İstenmez mi oldum yeryüzünün sevinçleri arasında? Hiçbir yere yakıştırılmayan adam olmak ne acı. Hiçbir sofrada beklenmeyeceğim bundan böyle! Hiçbir kapıyı çalmam umulmayacak yarından sonra. Hep başkaları giderdi, ben kalırdım. Ben niye gidiyorum şimdi? Gözden mi çıkarıldım yoksa? Canım çekiliyor tenimden. Nabzım terk ediyor bedenimi. Göz bebeklerim yuvalarından akıyor şimdi. Yüzüne bakılmaz adam ben miyim şimdi! Bakılacak yüzü kalmayan ürkütücü bir kafatası olmamı niye istiyorsun ey Rabbim! Niye ama, niye? Niye şimdi? Daha sonra olmaz mıydı? Niye ben? N'olur başkası ölseydi!
Kafa sesi, dağlardan vadilerden taşarak, perdeleri kaldırıp, pencere camlarını kırarak, tatlı bir fon müziği oluyor.
Şehrin boş lakırdılarını susturarak, insanların anlamsız vıdı vıdılarını keserek, dolduruyor can kulağımı:
3. Rabbin seni ne terk etti ne de sana küstü. "Seni başkaları terk etti diye, Rabbin de terk edecek mi sandın? Yüzünü en sevdiklerin bile bakılmaz bilse bile, Rabbin sana küsmedi. Kendi ellerin terk ediyor seni; ama elini elsizken de tutan Rabbin yine tutacak elinden. Kendi gözlerin körleşiyor sana; ama seni gözün yokken de gören Rabbin seni asla gözden çıkarmayacak."
Ölmek ha! Sırası mı şimdi? Daha önce hiç yaşamadım ki ölmeyi. Geri dönmeyeceğim yollara hiç adım atmadım ki. Herkesin acıdığı bir adam hiç olmadım ki. Hiçbir günümü yarının kucağına tamamlanmış olarak koyamadım ki. Nasılsa yarın var diye eğretileştirdim, ıskaladım "bugün"lerimi! Dudağımın hepten susmasına razı olacak, o son cümleyi hiç kurmadım ki. Diyeceğim var hâlâ. Defterimi hepten kapatmaya razı olacak en amelimi yapmadım ki! Edeceğim var yarınlarda. Nereye böyle! İstemeden, elimde olmadan hem de. Karşı konulmaz bir sürüklenme bu! Ne istersem onu yapardım şimdiye kadar. Şimdi hiç itirazsız toprağa uzanacağım ha! Ama nasıl? Daha hazır değilim! Hesap vermeyi hep ertelemiştim! Hep "gelecek"ti nasılsa! Şimdi gelecek de geldi mi yani? Ne gelecek benim başıma peki? Ölümden beteri gelmedi kimsenin başına bu dünyada..
Fon müziğine kulak kesiliyor ruhum:
4. Senin için bundan sonrası bundan öncekinden daha güzel olacak. "Hep daha iyiye doğru yürüyeceksin. Yaşadığın her an sana yeni şeyler kazandıracak. Varlığın her defasında değişecek, ama her zaman bir öncekinden daha hayırlı olacak. Merak etme, seni bekleyen ?ahiret' arkanda bıraktığın ?dünya'dan daha daha güzel olacak.. Hep kazanacaksın, hep kazanacaksın, hep kazanacaksın."
Öyle ki [devam ediyor fon müziği]
5. Verecek sana Rabbin ve sen razı olacaksın! "Öyle çok verecek ki sana, artık daha isteyemez olacaksın. Öyle fazla verecek ki fazlından, sen başka bir şey daha istemeyi akıl edemeyeceksin. İsteyebileceklerinin hepsi elinde olacak. Hiçbir eksiğin olmayacak. Aradıklarının hepsi yanında olacak. Hiçbir korkun olmayacak. Yitirdiklerin bir bir seni bulacak. Ve artık hiç mahzun olmayacaksın."
Duam o ki, Duha Sûresi çınlayacak âlemde. Ağlamaların hepsini bastıracak. Korkuların hepsini susturacak. Hüzünlerin hepsinin yerine müjdeler koyacak.

müzik - sertap erener - açık adres canlı | izlesene.com


Adam kadını, öldürmek için yüksek ,boş bir binanın çatısına götürür.Öldürüleceğini anlayan kadın yalvarır,”Lütfen beni öldürme,lütfen canımı yakma.Çocuklarım var.” Adam atla der.Kadın yalvarmaya devam ederken adam ,atlamazsa evine gidip kocasının kafasını keseceğini ve çocuklarını da getirip öldüreceğini söyler.Kadın adama bakar ve “Lütfen it beni!”der.


İşte annelik.

Dünyanın en gerçek duygusu.

Bir kadın , “kendim için korkmuyorum da çocuğumun kıyamet gününü görmesinden ve benim o gün onu koruyamayacak olmamdan korkuyorum.”diye karşımda ağlamaya başladı.

Bunu anlattığım bir arkadaşım “Burcu bu merhamet duygusuyla yaşanmaz.”dedi.

Gerçekten çok zor.

Kadınlar çocuklarını doğururken kendi arzularını,hırslarını,özgürlüklerini,benliklerini öldürüyorlar sanırım.

Ne acı ki böyle gerçek bir duyguyu yaşamak için gerçekliği tartışmalı olan,hiçbir şekilde ispatı olmayan başka bir duygunun içinden geçmek gerekiyor.

Allah yardım etsin ve en kolay,en gerçek yoldan bu ulvi duyguya ulaşmamızı nasip etsin …

vurdum en dibe kadar...


müzik - barış akarsu - vurdum en dibe kadar

izlesene.com

Aşık ile maşuk...



okyanusların girdabında kaldım

hortumların markajında kaldım
dedikoduların ceyranında carpıldım
yunus oldum dibe daldım
hayat altta kalanın canı cıksın oyunu
ben altta kaldım,dersimi aldım
yüzüstü kaldım,hastalık saldım
leşleri yaygın
yine yalnız başımayım
yine işi başından aşkınım
beni sevdiğin kadar sana aşığım
bana kızdığın kadar sana kızgınım
bağışlayın ben bi kaçkınım
saatler yine erkene geldi
ben yine geç kaldım
yeni bir uyarı daha aldım
konuşurken yine ayarı kaçırdım
inzivama daldım
öğrendim güzellik herşeymiş
çok sevende kalırmış elbet yaya..
takma hayat kıymetsiz
binmiş değere edepsiz
öğrendim güzellik herşeymiş
sakatlanma koca terkedermiş
hüzünlenme zulüm var onada
çünkü Ya Kahhar o günü beklermiş...





HAİN...

DUA...



Ey zulümden şikâyetçi olanların halinden haberdar olan; ey onların başlarına gelenlerden haberdar olabilmek için tanıkların tanıklıklarına ihtiyacı olmayan; ey yardımı mazlumlara yakın olan ve ey desteği zalimlerden uzak olan (yüce Allah);  insanların bana yaptığı haksızlığı, hakareti gördün, bildin. Allah’ım, kuvvetinle bana zulmedeni  bana zulmetmekten alıkoy; kudretinle onun bana karşı düşmanlığının keskinliğini kır; (benimle uğraşmaya zaman bulmayacak şekilde) onu meşgul et.
Allah’ım, bana zulmetmeyi  kolaylaştırma; ona karşı bana güzel yardımını esirgeme; onun gibi davranmaktan beni koru ve beni onun düştüğü duruma düşürme.
Allah’ım, düşmanıma olan öfkemin şifası, ona duyduğum kinin yatıştırıcısı olarak ona karşı bana peşin bir imdatta bulun.
Allah’ım, zulme uğramamı bana sevdirmediğin gibi, zulmetmekten de koru beni. Allah’ım, senden başka kimseye şikâyette bulunmam. Senin dışında hiçbir hükümdardan yardım istemem. Pâk ve münezzehsin sen! duamı icabetle buluştur; şikâyetimi durumumda değişiklik yaparak ortadan kaldır.
Allah’ım, adaletinden ümidimi yitirmekle beni imtihan etme.Beni, zorda kalanlara söz verdiğin imdadınla buluştur.
Allah’ım, beni yararıma ve zararıma olan hükmü kabul etmeye muvaffak et. Beni, bana verdiğine de, benden aldığına da razı kıl. Bana en doğru olanı göster.
 Âmin, ya Rabbe’l-âlemin. Hiç kuşkusuz sen, büyük lütuf sahibisin ve sen her şeye kadirsin

Akıl gözü kapansa da vicdan gözü daima açıktır.


Bu aralar öğrencilerimde bir hastalık baş gösterdi.Aşk:)))

11 yaşında çocuklar birbirlerine aşık olup duruyorlar.Aslında bugüne kadar pek önemsemedim.Msn de birbirlerine ilan-ı aşk ettiler dedim hepsi özenti.Ama bugün bir öğrencimi şiir yazarken yakalayınca dedim iş ciddi galiba.
“Senin yanında biter her çile,”
Diye başlıyordu şiir,gerisini hatırlamıyorum zira gözlerim karardı.
Birden Benjamin Button gibi zamanla gençleşen insanların yaşadığı bir dünyada mıyım dedim kendime.Uzaylılar beni kaçırmış olabilir mi???Ben kimim?Bu Efe’nin içine Necip Fazıl ne ara kaçtı?
Gerçekten ne oluyo ya???
11 yaşında bu çocuk ne çile gördü de,sonra nasıl aşık oldu da onun yanında her çilesi bitiyor?
“Keşke çocuk kalsaydım da dizimdeki yarayı en büyük acı sansaydım.”
Bu sözü söyleyenler vazgeçsinler.Çünkü artık çocukluğun en büyük acısı dizdeki yara değil belli ki..Geçen gün bir öğrencim 3. sınıftan bir kıza çıkma teklif etmiş.Dedim oğlum saygı duyuyorum ama nasıl çıkıcaksınız,tek başınıza nereye gidiceksiniz,parayı nerden bulacaksınız?
“Öğretmenim onlar kolay ya halledilir.”dedi çocuk.Benimle dalga geçer gibiydi.İçimden bir ses eski eğitim sistemine geri dön dedi (Lan oğlum bu yaşta aşık mı olunur?Çaaaattt..) ama hiç yapar mıyım?Çocuktan özür diledim,düğününe beni çağırıcağına dair söz aldım sonra 29 tane öğretmenimin olduğu sınıfıma geri döndüm.Bu çocuklar zaten hayata atılmışlar ben de tutup onlara ağaçların yosunlarına bakıp yön bulmayı öğretiyorum.İlahi ben...Biraz zorlasam çocuklar benim hayatımın yönünü çizecekler.Şansımı zorluyorum...
Ah benim alık yavrularım.Sonra istemeseniz de bu işlerin ceremesini yıllarca çekeceksiniz.
Rahat mı batıyo nedir şimdiden bu işlere girdiler.
Büyük ihtimalle birkaç sene sonra 10 yaşındaki çocukları,çoluk çocuğu okutabilmek için fabrikalarda alın teriyle çalışırken görebiliriz.Sonra Burcu demişti dersiniz.
Ne diyim onlar ersin muradına biz çıkalım kerevetine...
Gökten 3 elma düşmüş belli ki hiçbiri bana denk gelmemiş:)))


Gördüğüm dağlar çok engin ve de rengi karanlıktı

Işığa muhtaç bir yoldaydım güneş yatmış uykudaydı
Sararmış cümlelerin yazarı meçhul aşıkları
Kara kaplı bir romandım bu ilk sayfam ya sonrası..


Ne umut var sarılacak bak ne de avutacak bir insan
Ne kadar arif olsan yetmez kâr etmiyor hiç bir lisan
Dokunsan çıldıracak feryat eder insanlığım
Ancak yaşanacak bişey yok tozunu kaldır yalnızlığın


Eriyen hüznün dökülür gözden boşalır sağanak sağanak
Hasret sorma kurumuş bir yaprak
Ömrüm geliyor geçiyor bitiyor
İnsan susamış arıyor
Bulacak lakin çekiyor toprak...

Senin için ölürüm??!!!

Şems'in 40 kuralı !!!

1. kural: Yaradanı hangi kelimelerle tanımladığımız, kendimizi nasıl gördüğümüze ayna tutar. Şayet tanrı dendi mi öncelikle korkulacak, utanılacak bir varlık geliyorsa aklına, demek ki sen de korku ve utanç içindesin çoğunlukla. Yok, eğer, tanrı dendi mi evvela aşk, merhamet ve şefkat anlıyorsan, sende de bu vasıflardan bolca mevcut demektir.
2. kural: Hak yolunda ilerlemek yürek işidir,akıl işi değil. Kılavuzun daima yüreğin olsun, omzun üstünde ki kafan değil. Nefsini bilenlerden ol silenlerden değil !
3. kural: Kur’an dört seviyede okunabilir. İlk seviye zahiri manadır. Sonra ki batıni manadır. Üçüncü batıninin batınisidir. Dördüncü seviye o kadar derindir ki kelimeler kifayetsiz kalır tarif etmeye.
4. kural: Kainattatki her zerrede Allah’ın sıfatlarını bulabilirsin, çünkü O camide, mescitte, kilisede, havrada değil, her an her yerdedir. Allah’ı görüp yaşayan olmadığı gibi, onu görüp ölen de yoktur. Kim O’nu bulursa, sonsuza dek O’nda kalır.
5. kural: Aklın kimyası ile aşkın kimyası başkadır. Akıl temkinlidir. Korka korka atar adımlarını. Aman sakın kendini diye tembihler. Halbuki aşk öyle mi? Onun tek dediği:
Bırak kendini, ko gitsin; akıl kolay kolay yıkılmaz. Aşk ise kendini yıpratır, harap düşer. Halbuki hazineler ve defineler yıkıntılar arasında olur. Ne varsa harap bir kalpte var!
6. kural: Şu dünyadaki çatışma, önyargı ve husumetlerin çoğu dilden kaynaklanır. Sen sen ol, kelimelere fazla takılma.Aşk konusunda dil zaten hükmünü yitirir.Aşık dilsiz olur.
7. kural:Şu hayatta tek başına inzivada kalarak,sadece kendi sesinn yankısını duyarak, hakikati keşfedemezsin.Kendini ancak bir başka insanın aynasında tam olarak görebilrsin.
8. kural: Başına ne gelirse gelsin, karamsarlığa kapılma. Bütün kapılar kapansa bile, sonunda O sana kimsenin bilmediği gizli bir patika açar. Sen şu anda göremesen de, dar geçitler ardında nice cennet bahçeleri var. Şükret! istediğini elde edince şükretmek kolaydır. Sufi, dileği gerçekleşmediğinde de şükredebilendir.
9. kural: Sabretmek, öylece durup beklemek değil, ileri görüşlü olmak demektir. Sabır nedir? Dikene bakıp gülü, geceye bakıp gündüzü tahayyül edebilmektir. Allah aşıkları sabrı gülbeşeker gibi tatlı tatlı emer, hazmeder. Ve bilirler ki, gökteki ayın hilalden dolunaya varması için zaman gerekir.
10.kural:Ne yöne gidersen git,doğu,batı,kuzey ya da güney çıktığın her yolculuğu içine doğru bir seyahat olarak düşün!Kendi içine yolculuk eden kişi,sonunda arzı dolaşır.
11. kural: Ebe bilir ki sancı çekilmeden doğum olmaz, ana rahminden bebeğe yol açılmaz. Ssenden yepyeni ve taptaze bir sen zuhur edebilmesi için zorluklara, sancılara hazır olman gerekir.
12. kural: Aşk bir seferdir. Bu sefere çıkan her her yolcu, istese de istemese de tepeden tırnağa değişir. Bu yollara dalıp da değişmeyen yoktur.
13. kural: Şu dünyada semadaki yıldızlardan daha fazla sayıda sahte hacı, hoca ,şeyh, şıh var. Hakiki mürşit seni kendi içine bakmaya ve nefsini aşıp kendindeki güzellikleri bir bir keşfetmeye yönlendirir. Tutup da ona hayran olmaya değil.
14. kural:Hakk’ın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine, teslim ol. Bırak hayat sana rağmen değil seninle beraber aksın. Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?
15. kural: Allah, içte ve dışta her an hepimizi tamama erdirmekle meşguldür. Tek tek her birimiz tamamlanmamış birsanat eseriyiz. Yaşadığımız her hadise, atlattığımız her badire eksiklerimizi gidermek için tasarlanmıştır. Rab noksanlarımızla ayrı ayrı uğraşır çünkü beşeriyet denen eser, kusursuzluğu hedefler.
16. kural:Kusursuzdur ya Allah, onu sevmek kolaydır. Zor olan hatasıyla sevabıyla fani insanları sevmektir. Unutma ki kişi bir şeyi ancak sevdiği ölçüde belebilir. Demek ki hakikaten kucaklamadan ötekini, Yaradan’dan ötürü yaratılanı sevmeden, ne layıkıyla bilebilir , ne layıkıyla sevebilirsin.
17. kural: Esas kirlilik dışta değil içte, kisvede değil kalpte olur. Onun dışındaki her leke ne kadar kötü görünürse görünsün, yıkandı mı temizlenir, suyla arınır. Yıkamakla çıkmayan tek pislik kalplerde yağ bağlamış haset ve art niyettir.
18. kural: Tüm kainat olanca katmanları ve karmaşasıyla insanın içinde gizlenmiştir. Şeytan, dışımızda bizi ayartmayı bekleyen korkunç bir mahluk değil bizzat içimizde bir sestir. Şeytanı kendinde ara, dışında, başkalarında değil ve unutma ki nefsini bilen Rabb’ini bilir. Başkalarıyla değil sadece kendiyle uğraşan insan sonunda mükafat olarak Yaradan’ı tanır.
19. kural:Başkalarından saygı,ilgi ya da sevgi bekliyorsan önce sırasıyla kendine borçlusun bunları. Kendini sevmeyen birinin sevilmesi mümkün değildir. Sen kendini sevdiğin halde dünya sana diken yolladı mı, sevin. Yakında gül yollayacak demektir.
20. kural: Yolun ucunun nereye varacağını düşünmek beyhude bir çabadan ibarettir. Sen sadece atacağın ilk adımı düşünmekle yükümlüsün. Gerisi zaten kendiliğinden gelir.
21.kural:Hepimiz farklı sıfatlarla sıfatlandırıldık.Şayet Allah herkesin tıpatıp aynı olmasını isteseydi,hiç şüphesiz öyle yapardı.Farklılıklara saygı göstermemek,kendi doğrularını başkalarına dayatmaya kalkmak,Hakk’ın mukaddes nizamına saygısızlık etmektir.
22. kural: Hakiki Allah aşığı bir meyhaneye girdi mi orası ona namazgah olur. Ama bekri aynı namazgaha girdimi orası ona meyhane olur. Şu hayatta ne yaparsak yapalım, niyetimizdir farkı yaratan, suret ile yaftalar değil.
23. kural:Yaşadığımız hayat elimize tutuşturulmuş rengarenk ve emanet bir oyuncaktan ibaret. Kimisi oyuncağı o kadar ciddiye alır ki ağlar, perişan olur onun için. Kimisi eline alır almaz şöyle bir kurcalar oyuncağı , kırar ve atar. Ya aşırı kıymet verir , ya kıymet bilmeyiz.Aşırılıklardan uzak dur. Sufi ne ifrattadırne tefritte. Sufi daima orta yerde…
24. kural : Madem ki insan eşref-i mahlukattır, yani varlıkların en şereflisi, attığı her adımda Allah’ın yeryüzünde ki halifesi olduğunu hatırlayarak , buna yakışır soylulukta hareket etmelidir. İnsan yoksul düşse, iftiraya uğrasa, hapse girse, hatta esir olsa bile, gene de başı dik, gözü pek, gönlü emin bir halife gibi davranmaktan vazgeçmemelidir.
25. kural : Cenneti ve cehennemi illa ki gelecekte arama. İkisi de şu an da burada mevcut. Ne zaman birini çıkarsız, hesapsız ve pazarlıksız sevmeyi başarsak, cennetteyiz aslında. Ne vakit birileriyle kavgaya tutuşsak; nefrete, hasede ve kine bulaşsak, tepetaklak cehenneme düşüveririz.
26. kural : Kainat yekvücud, tek varlıktır. Herşey ve herkes görünmez iplerle birbirine bağlıdır. Sakın kimsenin ahını alma; bir başkasının hele hele senden zayıf olanın canını yakma. Unutma ki dünyanın öte ucunda tek bir insanın kederi, tüm insanlığı mutsuz edebilir. Ve bir kişinin saadeti herkesin yüzünü güldürebilir.
27. kural : Şu dünya bir dağ gibidir, ona nasıl seslenirsen o da sana öyle aksettirir. Ağzından hayırlı bir laf çıkarsa, hayırlı laf yankılanır, şer çıkarsa sana gerisin geri şer yankılanır.Öyleyse kim ki senin hakkında kötü konuşur, sen o insan hakkında kırk gün kırk gece güzel sözler et. Kırk günün sonunda göreceksin herşey değişmiş olacak. Senin gönlün değişirse dünya değişir.
28. kural : Geçmiş zihinlerimizi kaplayan bir sis bulutundan ibaret. Gelecek ise başlı başına bir hayal perdesi. Ne geleceğimizi bilebilir, ne geçmişimizi değiştirebiliriz. Sufi daima şu anın hakikatini yaşar.
29. kural : Kader hayatımızın önceden çizilmiş olması demek değildir. Bu sebepten,”ne yapalım, kaderimiz böyle”deyip boyun bükmek cehalet göstergesidir. Kader yolun tamamını değil, sadece yol ayrımlarını verir. Güzergah bellidir ama tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir. Öyleyse ne hayatının hakimisin,ne de hayat karşısında çaresizsin.
30. kural : Hakiki sufi öyle biridir ki başkaları tarafından kınansa, ayıplansa, dedikodusu yapılsa, hatta iftiraya uğrasa bile, o ağzını açıp da kimse hakkında tek kelime kötü laf etmez.Sufi kusur görmez kusur örter.
31. kural : Hakk’a yakınlaşabilmek için kadife gibi bir kalbe sahip olmalı. Her insan şu veya bu şekilde yumuşamayı öğrenir. Kimi bir kaza geçirir, kimi ölümcül bir hastalık, kimi ayrılık acısı çeker, kimi maddi kayıp… Hepimiz kalpteki katılıkları çözmeye fırsat veren badireler atlatırız. Ama kimimiz bunda ki hikmeti anlar ve yumuşar; kimimiz ise ,ne yazık ki daha da sertleşerek çıkar.
32. kural : Aranızda ki perdeleri tek tek kaldır ki Allah’a saf bir aşkla bağlanabilesin. Kuralların olsun ama kurallarını başkalarını dışlamak yahut yargılamak için kullanma. Bilhassa putlardan uzak dur, dost. Ve sakın kendi doğrularını putlaştırma. İnancın büyük olsun ama inancınla büyüklük taslama !
33. kural : Bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken sen hiç ol! Menzilin yokluk olsun. İnsanın çömlekten farkı olmamalı. Nasıl ki çömleği tutan dışında ki biçim değil içinde ki boşluk ise, insanı ayakta tutan da benlik zannı değil hiçlik bilincidir.
34. kural : Hakk’a teslimiyet ne zayıflık ne edilgenlik demektir. Tam tersine, böylesi bir teslimiyet son derece güçlü olmayı gerektirir. Teslim olan insan çalkantılı ve girdaplı sularda debelenmeyi bırakır; emin bir beldede yaşar.
35. kural : Şu hayatta ancak tezatlarla ilerleyebiliriz. Mümin içindeki münkirle tanışmalı, Allah’a inanmayan kişi ise içinde ki inananla. İnsan-ı kamil mertebesine varana kadar gıdım gıdım ilerler kişi. Ve ancak tezatları kucaklayabildiği ölçüde olgunlaşır.
36. kural : Hileden,desiseden endişe etme. Eğer birileri sana tuzak kuruyor, sana zarar vermek istiyorsa, Allah da onlara tuzak kuruyordur. Çukur kazanlar o çukura kendileri düşer. Bu sistem karşılıklar esasına göre işler. Ne bir katre hayır karşılıksız kalır, ne bir katre şer. O’nun bilgisi dışında yaprak bile kıpırdamaz. Sen sadece buna inan !
37. kural :Allah kılı kırk yaracak titizlikle çalışan bir saat ustasıdır. O kadar dakiktir ki sayesinde her şey tam zamanında olur. Ne bir saniye erken, ne bir saniye geç. Her insan için bir aşık olma zamanı vardır; bir de ölmek zamanı.
38. kural : Yaşadığım hayatı değiştirmeye, kendimi dönüştürmeye hazır mıyım ? Diye sormak için hiçbir zaman geç değil. Kaç yaşında olursak olalım, başımızdan ne geçmiş olursa olsun, tamamen yenilenmek mümkün.Tek bir gün bile öncekinin tıpatıp tekrarıysa,yazık !Her an her nefeste yenilenmeli. Yepyeni bir yaşama doğmak için ölmeden önce ölmeli.
39. kural : Noktalar sürekli değişse de bütün aynıdır. Bu dünyadan giden her hırsız için bir hırsız daha doğar. Ölen her dürüst insanın yerini bir dürüst insan alır. Hem bütün hiçbir zaman bozulmaz. Her şey yerli yerinde kalır, merkezinde… Hem de bir günden bir güne hiçbir şey aynı olmaz.Ölen her sufi için bir sufi daha doğar.
40. kural : Aşksız geçen bir ömür beyhude yaşanmıştır. Acaba ilahi aşk peşinde mi koşmalıyım, yoksa dünyevi, semavi ya da cismani diye sorma!Ayrımlar ayrımları doğurur. Aşk’ın hiçbir sıfat ve tamlamaya ihtiyacı yoktur.Başlı başına bir dünyadır aşk. Ya tam ortasındasındır, merkezinde ya da dışındasındır, hasretinde..

Hakk Suresi

falling in love

kürdan kollar...

müzik - sagopa kajmer - kürdan kollar | izlesene.com

Ah Dexter,Vah Dexter:((


Birkaç haftadır uyku problemim vardı.gecenin sessizliğinde düşünmek istemediğiniz ne varsa hepsi beyninize hücum eder ,derken uyumak imkansızlaşır malum.Buna çare olarak kendime bir takıntı bulmak gerektiğini söyledi bir arkadaşım.Ben de buldum.Dexter…Süper bir dizi.


Sonra baktım ki bu sefer de gece uyanıp ne olacak bu Dexter’ın hali diye düşünür olmuşum.Eğer huzursuz bir dönem geçiriyorsanız neye takıldığınız önemli değil.Takıntı takıntıdır ve genelde sinir bozucudur.

Gelelim Dexter’a.Bu zatı muhterem evlat edinilmiş bir çocuk.Bebekken bir cinayet gördüğü için içinde yoğun bir öldürme dürtüsü var.Bunun polis babası da diyor ki,yavrum madem öldürmek istiyosun bari ölmeyi hak edenleri öldür.O andan itibaren Dexter’ı cezasını çekmemiş suçluları yakalayarak öldüren bir seri katil gibi yetiştiriyor.

Dexter iyi bir insancık. Kimsenin kötülüğünü istemez,elinden geldiğince insanları mutlu etmeye çalışır.Sadece kötüleri öldürür ama insanlar bu zavallı Dexter’ın iyiliklerini hiç anlamaz ya da hemen unutuveirler.Bunun bir sözlüsü var.RitaBu Dexter Rita’ya bir sürü iyilik yapar,Rita’nın eski kocasının anasının laflarına katlanır Aman ağzımızın tadı bozulmasın diye.Derken bu nankör Rita bütün iyilikleri unutup ilk hatasında Dexter’ı kapının önüne koyuverir hem de uyuşturucu bağımlısı diye iftira atıp ki Dexter’ın uyuşturucuyla hiç alakası yok.Hayatta uyuşturucuya önem vermez.
İşte böyle.Şimdi ben bu Dexter’a nasıl üzülmeyeyiimm.Nasıl uykularım kaçmasın?

AAh ah ne olacak bu Dexter’ın hali:))))

Acımasız gerçekler:))

BKM Mutfak - Çok Güzel Hareketler Bunlar - Acımasız Gerçekler Skeci [10.01.2010]

Taşları utandırdığın yetti, al kalbini, git cehenneme odun ol!





Taşlar sözünde durur. Nereye koyduysak, öylece kalır orada. Yerinde ağırdırlar. Hangi biçimi verdiysek, sadık kalır yonttuğumuz haline. Beklerler bıraktığımız yerde bizi. Kaypaklık etmezler. Dönmezler verdikleri sözden. Ama senin kanlı dudağından çıkınca söz , "söz" olduğuna utanıyor. "Dönmek" bile dönüyor anlamından. "Cayma" kelimesi kendi yüzüne bakamaz hale geliyor. Senin durduğun yere ayakucuyla bile girmekten korkuyor vaadler. Fırıldakların başı dönüyor senin dönekliğine bakınca..

Güvenilir taşlara. Emniyet verirler. Yaslanırız kucaklarına. Sırtımızı dayarız hiç kuşkulanmadan. Omuz verirler umutlarımıza. Sert olmaya serttirler ama güleç yüzlerini gösterirler duvar oldukları odalara. Olduğu gibi görünür, göründüğü gibi dururlar. Ama senin yüzün duvardan da duvar... Soğuk. Isınmıyor. Sırtımızı dönmeye gelmiyor. İnsafın kelimesine bile oda olamıyor kalbinin katılığı. Aldatıyor "aldanma"yı bile. Kancık köpeklerin kuyruğuna kuyruk oluyor kanla çapaklanmış kirpiklerin.

İnsaflıdır taşlar yine de. Sular dokununca sırtına, eğilir, erir, yol olurlar. İncecik kökler değince ayak uçlarına, bölünür, dağılır, toprak olurlar. Tazecik filizler dokununca omuzlarına, dönüp bakar, yol verir, çatlayıverirler ortasından. Göz göz pınarlaşır yumuşacık dudaklara değesice. Dereler boyu yoldaşlık eder su serinliğine. Ama senin şom ağzından kin ve nefret akıyor. Senin yüzünü görünce tebessümler donuyor, umutlar kaskatı kesiliyor. Kalbin insafı un ufak ediyor, kovuyor, yok ediyor. İnsaf yüzünün uğursuz kıvrımlarında boş yere yer arıyor kendine.

Çocukla çocuk olur taşlar. Kibirlenmezler. Ele avuc a gelirler. Hoplayıp zıplarlar. Sapan taşı olup sevindirirler çocukları. Çakıl gibi ufalanıp yastık olur çocukça koşmaların kıyısında. Ama senin kalbinin olduğu yerde ufalanıyor çocukça mutluluklar. Senin kalbine değen kibir de utanıyor, kin bile kirleniyor. Kalbinden taşan ateş çocuk ellerini yakıyor, bebe yüzlerini parçalıyor. Sevinçleri doğduğuna pişman ediyor.

Gölgesi olur taşların. Serinlik sunarlar yanı başına gelenlere. Ateşi perdelerler. Yangından uzak tutar evleri, odaları. Soğurur alevleri. Ama senin kalbinin gölgesi bile yok. Gölgesinin değdiği yeri bile ateş topuna çeviriyor. Azıcık serinlik vaad edec ek olsa, gölgeleri bile kıskanıyor,kavuruyor. Gölgen bile alev alev yanıyor, yakıyor.

Yapıcıdır taşlar. Üste üste koyabiliriz onları. Yerlerini bilirler. Altta kalan üstteki kardeşinin hatırını bilir. Üstteki alttakinin üstüne en fazla kendi ağırlığını bindirir. Ama senin kalbin utanmaz, arlanmaz yıkımlar pompalıyor kuruyasıca ellerine. Altta kalmaya razı değilsin, nefret üstüne nefret yığıyorsun. Üste çıkınca hepten azıyorsun. "Ayak yolu"na bile döşenmez senin kalbin. Basmaya bile değmez üstüne. Daha ayakkabılarım değmeden kirletiyor, pislik püskürtüyor suratından.

Hatır bilir taşlar. Toprağımızı beklerler. Kabrimizin başında nöbet tutarlar. Adımızı kazısak üzerlerine, unutmaz, unutturmazlar. Yüzümüzü yontsak yüzlerine, kansız da olsa, cansız da olsa, gülümserler, bakarmış gibi yaparlar. Enselerini dönmezler yüzlerimize. Tükürmezler. Ama senin kalbin ne bebek ağlayışına kanar, ne anne çığlığına yanar. Soğuğu bile titretir senin kalbin, buzları buz kestirir. Balgam bile iğrenir taş kesilmiş kalbinin ifrazatından.

Utanır taşlar. Çeşme olup ağlarlar. Kıvrana kıvrana yola düşerler. Kaldırımlarda kimsesizlere yoldaşlık ederler. Köprü altlarında yetimlere teselli sunarlar. Çıplak ayakları yumuşacık, sıcacık okşarlar. Ama senin kalbin taşları bile utandırır. Senin kalbin taşların başını yarar, taşları korkutur. Senin kandan heykelin, senin ateşe kesilmiş etin taşların kalbini çatlatır, yuvalarından kaçırır.

Değil mi ki senin soyundan kimilerinin cürümleri, katı taşlardan daha da katı etmişti kalpleri, soyun gibi sen de taş ol! Değil mi ki, taşın Yaradan'ı, kalplerin Yaradan'ı, senin ve kimi atalarının kalplerini örnek gösterdi katılıkta taşlara, o ataların gibi sen de defol! Değil mi ki, taşlar sağırlıkta, soğuklukta, duyarsızlıkta geri kaldı soydaşın zalimlerin kalplerinin yanında, sen de yok ol!

Kalbini uzak tut taşların başından... Taş ol. Kalbini sök ve al bizimkilere benzeyen bağrından. Al , o çaresiz çocukların attığı taşlardan birini de kalbinin yerine koy. Def ol yeryüzünden, ufalanıp toz ol! Çek o utanç heykeli yüzünü aynalarımızdan. Bizimkini andıran, "insan" sanılan, kokuşmuş cesedinin içinden kaç. Yok ol!

Senin taş kalbinden merhamet umanlar taş olsun. Senin alev kesilmiş dudağının ateşkesine inananlar ateş olsun. Çekil aramızdan.. . Uzak dur göğümüzden. Al ,o tedavülden kalkmış "insan"lığını. Al, o taşları utandıran kalbini de, git, göğsündeki taşınla, soyunu da utandıran kahrolası "insan"lığınla cehenneme yakıt ol!

İçim serinliyor ilk defa cehennemin varlığından. Haykırdım kaç kere: "Seni seviyorum cehennem..." Sayende.. Sayende. Senin sayende...

Geriye kalan hikâye inadın aşkı yenişiymiş.


İnatla yürümeliydik oysa hayat denen yolu.
Sabır, kaçırmadık bu gemiyi hadi devam yakın sonu.
Şu insanoğlu sanki bir senaryo gereği var olur
içinde şevki kalmamış ve suretinde bir sürur.
İlişkiler ticaretten mi?
Çelişkilerle bezeli, gelip ve geçici bak bu mutluluk emaneten mi?
Hayattan istenen ne?
Neden sürekli yergi cevap şahsen var mı sahi?


Gözyaşı mahcup bir halde yine mi yüzünü süsledi?
Kaybettin hevesi bulamadın ki yine kayıp
Bu serseri dönmez geri misali yetmez.
Ver şu gerçeği lafzımda anlatılmak umut mesaisi
İnsana dair ölüm kalım hayata daha ne varsa
Alışıyorsun artık kötüye ne kadar zor da olsa
Boşalsa gözlerimden elem yağmurları
Tek temennim olur inan ki biri çıkıp kurutsa�

Koca bir dün bıraktım içime.
Kurcalar bugün dünü aslından
Mesele dün duvarlarından görememek günü
Affet beni devam da edemem
Velâkin istemem bak yine bekler yarın
Fakat icabet edemem derim.
Ruhumu ıslatmak için atıldığım bu deniz kimin?
Yüzmeyi bilmez bu yüzüm sormuyorlar var mı gemin?
Umut bu seferin oysa en vefalı kaptanıydı
Her deniz bir liman muhtaç sabredin.

Tanrı nasıl istediyse bizde öyle yaşıyoruz.
Sömürme tutkusuyla bence birbirimizi kazıyoruz.
Nasıl ki manevi acı akılda büyük sızıysa
Yaşam yürekte umuttur umutta bize lazım ya
Alakasız gurur mu benle köşe başında didişmiş?

Gecem yalnız yıldızlarsa birbirleriyle sevişmiş.
Zaman geçerken ben çoktan değişmiş?
Geriye kalan hikâye inadın aşkı yenişiymiş.

Kimde neşe varsa bilmem karanlıktır içim.
Devamlılığım olmalı duygular prestijim.
Bir seferlik şansım varsa ayrılılığı silelim.
Geriye dönmemek için hayata gelmiş bir etim.

Kâğıttan silmek gibi değildir kalpten silmen.
Sebepsiz sorunlara düşmüşsün bak yeniden.
İnsanım pişmanlığından başı öne eğilen.
Parayla aşkım olsa yazamazdım derinden.

Hayat içinde bir hayat var ikiye ayrılan.
Derin hüzün acıyla yasta gönlü sevgi bulamayan.
Ve bilinebilir diğeri zevk sefa içinde savrulan.
Çift taraflı döngü bu yaşam oyunu sağlayan.

Sabret daha çok gün var
Kasvetli ve dar yollar
Kurak bir hayli aklım
İmdadımda kim damlar?
Bir hayli alçak oysa aşılmıyor duvarlar
Elbet biter bir gün sonunda mutluluk var...
Video: Komik Futbol     Benzer: spor, futbol, saha, maç, taraftar, stad

yanımda olmasan ne fark eder????????

müzik - abluka alarm - ne fark eder video klibi orjinal | izlesene.com

Nedense...

affeyle...


Allah'ım, gözlerimin önünde zulme uğradığı halde yardım etmediğim mazlumdan, bana defalarca yapıldığı halde karşılığını vermediğim iyilikten, benden özür dilediği halde özrünü kabul etmediğim hatalı kardeşimden, benden istediği halde kendisini nefsime tercih etmediğim fakirden, üzerimde hakkı olduğu halde hakkını vermediğim hak sahibinden, ayıbı bana göründüğü halde ayıbını örtmediğim mümin kardeşimden, bulaştığım halde terk edemediğim günahlardan ötürü özür diliyorum Senden, mazeretimin kabulünü umuyorum.


Ya İlâhî, bütün bu günahlar ve benzerleri için, bir daha asla onlara dönmeyeceğim derin bir pişmanlıkla Sana dönüyor, senden özür diliyorum.

Şu halde Muhammed ve âline salat ve selam eyle. Düştüğüm sürçmeleri benim için pişmanlık eyle, yaptığım kötülüklerden bana kötülüğü terk etme kararlılığı icad eyle, sana muhabbetimi Sana yeniden dönüşüme vesile eyle, bana sahih bir tövbe nasip eyle, ey tevbe ed[erek Kendisine yeniden dönen]leri seven Allah'ım..

Akşam saat 11:14te gerçekleşen bir araba kazasından başlayarak sondan başa doğru ilerleyen film, bağımsız gibi görünen bir dizi olayın gerçekte nasıl birbirlerini etkilediği ve sonuçta birbirlerine bağlandığını gösteriyor. Greg Marcksın yazıp yönettiği 11:14te beş farklı karakter ve beş farklı olay aracılığıyla izleyiciye bir cinayet ve aldatma hikayesi anlatılıyor.

İlginç,izlemeye değer.Sırf değişiklik olsun diye izlemeye değer.

Sevaplar biriktirilebilir mi???





Ayağımızı kaydıran tuhaf bir bahanedir. Sanki çok büyüktür sermayemiz. Harcansa bitmeyecek gibidir kazandıklarımız. Ucundan kıyısından tırtıklanmasına razı olur gibiyiz. Ben sizin adınıza itiraf ediyorum. "Nasılsa çokça sevabım var, azıcık eksilse de, kenarından yense de çok şey kaybetmem herhalde..." Böylece birikmiş (mi?)sevaba güvenip günahın avuçlarına bırakırız kendimizi. Sormadığımız soru ise uzaktan dudak büküp seyreder bizi: "İyi de sevap biriktirilebilir mi? Üste üste konulabilir mi iyilikler?"

Bir şeyi biriktirmemiz için harcadığımızın kazandığımızdan az olması gerekir değil mi? Bir şeyleri üst üste koyabilmek için elimizde kalanın elimizden çıkanlardan çok olması beklenir değil mi?

Bir iyilik edebilmemiz için bedenimiz için yapılan harcamalar, dünyamızın ayakta durması için gerekli masraflar, bizim ürettiğimiz iyilikten çok çok fazladır. Mesela, bir an sadece bir defalık "Elhamdülillah..." diyerek nefesimizle, sesimizle ürettiğimiz şükür için, yıllar öncesinden peygamberler gönderilmiş olması, onların sözünün ve sesinin yüzyıllar içinde milyonlarca güzel insanın akıl almaz çileleriyle bize ulaştırılmış olması gerekmiştir. Ayrıca, o andaki şükrü üretebilmemiz için bize doğduğumuz (hatta doğumumuzdan da önce) andan itibaren sayısız nimet verilmesi, sevdiklerimizle ve hatıralarımızla o an'a taşınmış olmamız gerekir. O an şükrettiğimiz şeyi tadacak zevk, duygu, dil, damak, dudak, mide, göz, koklama gibi sayısız yeteneklerimizin hazır edilmiş olması gerekir. Hiçbirimiz az önce hiç olduğumuz, biraz sonra da yokluğa düşeceğimizi bildiğimiz bir sürpriz "an"ın içinde lezzetleri tadamayız. Alışıklıktır lezzetleri büyüten. Tanıdıklıktır mutlulukları derinleştiren. Gafletle de olsa hiç bitmeyecek sanmakla mümkün olur sahici bir hazzın dudağına dokunmak. Yaşadığımız her sıradan an sıra dışı hazırlıkların zirvesinde sunulur bize.

Ayrıca, tek bir şükre yetecek nefesimiz verilirken, güneşin tepemizde duruyor, yıldızların üzerimizde bekliyor, dünyanın altımızda dönüyor olması da gerekir... Bize yapılan yatırımlar karşısında üretebildiklerimize bir bakabilseydik, hiç şüphesiz işten atılası bir işçi gibi yerin dibine girmek isterdik. Dil ucuyla olsun ürettiğimiz bir şükür için kâinat bir uçtan bir uca hazır ediliyor ayağımızın altında. Üretim hızımız tüketim hızımıza kıyasla öyle az ki... Hadi bütün zamanlarımızı iyilik üretmeye harcıyoruz diyelim. Ne kadar kaliteli ürün ortaya çıkardığımız sorgulanmalı değil mi? Ne kadar sahici söyledik "Elhamdülillah"ı meselâ? Anlamına kendimizi ne kadar kattık? Hem sonra, "Elhamdülillah..."diyebilenler arasında olmak da bir nimet değil mi? "Elhamdülillah" diyebilen azlardan olma nimetine, "Êlhamdüilllah"ına karşılık ebedî karşılıklar bekleme ayrıcalığına karşılık yeni "Elhamdülillah"lar demeler borçlandığımız ortadayken, ürettiğimiz şükürleri stokladığımızı söyleyebilir miyiz? Ürettikçe daha çok hamd borçlanmıyor muyuz bize hamd etmeyi öğreten ve hamd edilesi nimetler veren Tedarikçimize?

Üst üste koyabilmek için sevaplarımızı elimizden kalanın elimizden çıkandan fazla olması gerekiyor. Ya iğrenç bir gıybetin yangınında kül etmişsek elimizdekileri? Ya amansız hasetlerin seline kaptırmışsak depoladıklarımızı? Ya ürettiklerimizin hepsi de defolu diye pazara bile sürülmemişse?

Nasıl olur da sevabımıza güveniriz şu halde? Hele de ucundan kıyısından tüketilebilecek kadar garanti sanmakla yeni bir kötülük ürettiğimizi bile bilmeyecek kadar gafilsek, nerede sermayemiz, nerede biriktirdiklerimiz?

Her anın dizi dibinde sevap müflisi bir yoksul gibi, yüzümüz yerde, boynumuz bükük dua etmeliyiz, dua etmeliyiz, dua etmeliyiz. Rabbimizin katında bize saklanmış merhameti ve bağışı, kendi biriktirdiklerimizden daha çok, daha çok, daha çok bilmeliyiz.

Sagopa Kajmer Muamma Video

Ortalarında Bir Yerlerdeyim Ömrün Bana Göre
Belki Yarına Varmam Mucize Şu Anın Değeri Varya
Diğerlerinin Değersizliğini Anlatmam angarya,
Zamana Göre Değişir Değişmeyeceğini Sandığın(Kastır)
Oyun Gibi Sanki Hiç Sona Ermeyecek Sandığın
Aynı Ilık Çorbaydı Oysa Ekmeğine Bandığın
Durdukça Soğur Herşey,Soğudukça Ölür Ateş
Kovdukça Varışa Şeytan Vardıkça Kişner Küheylan
Ve Son Baharda Ölmekte Kış Canlanırken
Ve İlk Baharda Terk Etmekte Yaz Efillenirken
Biri Ağlayarak Başlar Hayata Rahmetlen
Biri Veda Eder Gülmeyi Öğrenmeden
Bu Aciz Benzetmelerde Olmasa Bakacak Aynam Olmazdı
Kendini Görebileceğin Başka Bir Yer Varmıydı (Söyle)
İnsan Kadar Kendini Güvenen Bir Aciz Görmedim
İnsan Kadar Nankörünü Bahsettiğiniz Kedilerde Bile Görmedim
Ben Hayatı Terazimde Tarttım Arazimde Güneşe Yüzümü Dönüp Yattım
Oysa Güneşi Bile Söndürdü Üzüntüler
Neyse Boşver Deyip Arkalarına Bakmadan Yürüdüler

Ulaşılacak Saadete Kaç Kapı Daha Var
Açtım Açtım Kapıları Girdim Bomboş Evlere Vardım
Yardım Lazım Bana,Şansım Yaver Sanma
Hiç Hoş Değil Gördüklerim Amma,
Emin Değilim Herşey Muamma

İÇ SOĞUK...


Bir gün altı insanın yolu bir yerde kesişti. Birbirlerini daha önceden tanımıyorlardı. İlk defa ve mecburen bir arada olmaları gerekiyordu. Tehlikeli bir yolculuğun hiç beklenmedik durağında durmuşlardı. Bindikleri araç arızalanmış, yolda kalmışlardı. Soğuk ve karanlıktı. Hepsi bir ateşin etrafında toplanmış, ısınmaya ve gecenin karanlığını dağıtmaya çalışıyorlardı. Biricik ateşleri sönmek üzereydi. Alevler cılızlaştıkça karanlık derinleşti. Yüzlerine çarpan sıcaklık hızla azalmaya başladı. Herkesi yalnızlaştıran ve çaresizleştiren karanlığı ve soğuğu daha derinden hissetmeye başladılar. Ateşe yeni odun atmak gerekiyordu. Odunları yok değildi. Her birinin elinde birer odun vardı. Halkanın en başında oturmakta olan kadın, elindeki odunu arkasına saklamıştı. Ateşin etrafındaki adamlardan birinin zenci olduğunu fark etmişti. Bir zenci için feda edecek bir şeyi yoktu. Kadının yanındaki adam tek tek herkesin yüzüne baktı. Kendi milletinden kimse yoktu, ateşe atacağı odun başkalarını ısıtacak olduğuna göre soğukta kalsa daha iyiydi. Elindeki odunu sıkıca kavrayıp tuttu. Hemen onun yanında zengince bir adam oturuyordu. Bir eli yağda bir eli balda yaşamıştı şimdiye dek. "Sıradan" insanların arasına sığınmak zorunda oluşuna lanetler okuyordu. Sahip olduğu malı mülkü aklına geldi; kimseyle bir şey paylaşmamıştı şimdiye dek. Hep kazanan olmuştu. Şimdi elindeki tek serveti odunu neden bu miskin insanlar için harcamalıydı ki? Ateşe atmadı elindekini. Onun yanındaki yoksul adam, ceketini bir hırsıza kaptırmıştı. Nefretle yanındaki iyi giyimli zengine baktı, emeğini sömürüp hakkını vermeyen bencil bir zengin için neden bir odunu feda etsindi ki? Zenci olan ise nefret duygularıyla doluydu tüm beyazlara karşı. Elindeki sopa kendini başkalarından koruyacak tek silahtı. Onu ateşe atıp yakamazdı. Halkanın sonundaki adam ise şimdiye kadar hiç karşılıksız vermemişti. Ancak bir şey aldığında vermeyi öğretmişti ona anne ve babası. Oyunun kuralı böyleydi. Ateşe atmadı elindeki odunu.


***

Ertesi gün küllenmiş bir ateşin etrafında donarak ölmüş altı insan cesedi bulundu. Her birinin donmuş ellerinde sıkı sıkıya tutulmuş altı tane de ateşe atılmamış odun vardı.

Kaskatıydı elleri: Bir başkası için vermeye yanaşmayan bencillikleri tutmuştu ellerini. Donmuştu yürekleri: İçlerine "senden eksilen aslında sana kalır!" gerçeğinin sımsıcak güneşi hiç doğmamıştı. Buza kesmişti gözleri: Kendilerinden başkasını görmeyi öğrenmemişlerdi hiç. Sıcağını kaybetmişti yüzleri: Kabuğunu kıramayan "ben"likleri "infak" meyvesine durmadan içine kapanıvermiş, çürümüştü.

Görünüşe göre hepsi dışarıdaki soğuk yüzünden ölmüştü. Oysa, insanın ellerini vermekten geri tutan cimrilik daha soğuktu. İnsanı büyüklenmenin vadilerine savuran aldırışsızlık daha karanlıktı. Oysa "ben var ya, ben!" dedirten bencilliğin giderek yuvarlanan çığı en amansız ayazdı. Oysa başkalarını görmekten alıkoyan çıkarcılığın körlüğü en soğuk karanlıkları emziriyordu.

Buzların hepsini eriten sımsıcak kelimeleri O [asm] çoktan dillendirmişti: "Vermeyene vereceksin!"

Karanlıkları dağıtan heceler O'nun [asm] dudağından akıp gelmişti: "Gelmeyene gideceksin!"

Ben'ciliğin katı duvarlarını yıkan, bencilliğin soğuk küllerini köz eyleyen sözler O'nun [asm] nefesinde alevlenmişti: "Kötülük edene iyilik edeceksin!"

Dışarıdaki soğuk değil, içlerindeki soğukluk öldürmüştü onları. Dirilmeye hazırlananlar asıl "ateş"i O'nun dudağında gördüler.

Hayko Cepkin - ÖLüyorum

Törpülenmiş tırnaklarım

Güçsüzdüm ben de avlandım
Birer birer neyim kalır geriye baksam da
Her şeyim olmuş bilmece
Çözdükçe gördüm işkence
Birer birer neyim kalır geriye baksam da
Bir başıma kaldım şimdi
Nerde hata yaptım bilmem ki
Birer birer neyim kalır geriye baksam da

Ne kaldı bak ellerimde
Biliyorum gülüyorsun
Her adımımda derine
Ölüyorum...


DÜNYA YALAN SÖYLÜYOR...




Vahşet ve felaket yılı 2009…


İnsan öldürmek her zaman korkunç ve affedilmez bir eylemdir de bu çocuk öldürmeyi nasıl niteleriz acaba…
Algıda seçicilik mi yoksa 2009 yılında gerçekten bir sürü çocuk cinayete kurban mı gitti???
Aklımda kalanlar…

Bir kadın komşusunun 4 yaşındaki çocuğunu kıskandığı için öldürüp sobada yaktı.
Doğu’da bir köyde 3 yaşında bir bebek kayboldu ve tarlada kemikleri bulundu.
Bir kadın kendi çocuğunu sevgilisiyle birlikte öldürdü.
Zengin bir aile tarafından 17 yaşındaki bir kız katledildi.
1 köprünün altında 4 kızkardeşin cesetleri bulundu.
Ramazan bayramında 3 çocuk kaçırıldı ve bir daha haber alınamadı.
Diyarbakır’da 12 yaşındaki bir çocuk tarlada bomba buldu ve öldü.
Erzurumda 12 yaşında bir çocuk kayboldu 6 gün sonra cesedi bulundu.
Bir düğün evi basılıp 44 kişi öldürürldü.
Adana’da bir dairede 3 çocuk 8 ceset bulundu.
14 yaşında bir kız annesini öldürdü.
4 asker komutanın pimi çekilmiş bomba vermesiyle şehit oldu.
Bunlar gibi daha pek çok aklımda kalmayan cinayet haberi.

Ey insanlar kendinize gelin!!!!
Katillerin pek çok zaman kendilerince haklı hikayeleri vardır da 3 yaşındaki bir çocuğu öldürmenin haklı gerekçesi nedir acaba????
Ne zaman bebekler bizim hayatımızı tehdit eder oldular???
Peki bunca şey varken biz hala kıyametin kopması için güneşin batıdan doğmasını mı bekliyoruz..Kıyamet çoktan kopmuş,insanlar çıldırdılar.
Büyükler çocukları,çocuklar hayvanları öldürmek peşindeler…
Eski kavimler sapıklıklarından dolayı pek çok felaketlere uğrayarak helak olmuşlar.Belki bizim felaketimiz de budur.
Kendimizin ya da yakınlarımızın(Allah korusun) kara haberlerini almak.
Birinin bu insanları uyarması lazım.
Bu dünyanın son durak olmadığını gidilecek bir yer daha olduğunu anlatmaları lazım.
Belki o zaman sırf bu ceset efendinin intikam ve arzularının peşinde koşmayı bırakırlar…

YALNIZLIĞA ALIŞMALI...


Bavulları hep toplu durmalı insanın...

Bir gün telefonların hiç çalmayabileceği hesaplanmalı...
Tül perde arkasından misafir yolu gözlemekten vaz­geçmeli...
İhanetlere, terkedilmelere, bir başına bırakılmalara hazırlıklı olmalı...
Yalnızlığa alışmalı...
Çünkü "omuz omuza" günlerin vakti geçti. Dayanışma... günümüz borsasının değer kaybeden hisse senet­lerinden biri artık...
Bireyin keşif çağı, geride kı­rık dökük yalnızlıklar bıraktı.
Terörün bile bireyselleştiği çağdayız. Zaman, birlikten kuvvet doğurma zamanı değil; zaman, tek başına dimdik ayakta kalabilmeyi becerme zamanıdır.
İşte o yüzden alışmalı yalnız­lığa...
Sokaklar dolusu ıssızlıkla başbaşa yaşamayı göze almalı insan... Güvendiği dağlardaki karlara bakıp ders çıkarmalı... Hüzünlü bir şarkıyla paylaşı­lan gecelerde başım dayayacak bir omuz arama huylarından vazgeçmeli... Sofrada tek tabağa, tabakta az yemeğe alışmalı...
Romanlardan yalnızlığı yücelten paragraflar asmalı evin en görünür duvarlarına...
"Yalnızlık paylaşılmaz/ Paylaşmılsa yalnızlık olmaz" dizeleriyle başlamalı güne...
Telesekretere "şu anda size cevap verebilecek kim­se yok" denmeli, "... belki de hiçbir zaman olmaya­cak..."
Cevapsızlığa, sessizliğe ısınmalı...
Oysa sessizlik haksızlığa alkıştır.
Haklılığın onuru yaşatır insanı... Susmanın utancı öldürür.
O yüzden en sessiz gecelerde ''doğruydu, yaptım"la teselli bulmalı insan...
Feryada komşuların yetişmemesine, soğuk duvar diplerinde sessizce ağlaşmaya alışmalı... Kendiyle he­saplaşmaya çalışmalı...
Gece yastıkla ağlaşmaya, sabah aynayla gülüşmeye, kendiyle hüzünlenip, kendiyle keyiflenmeye hazır ol­malı...
Hep başını alıp gidebilecek kadar cesur, ama hep kalıp savaşacakmış kadar gözüpek olabilmeli...
Sessizliği, sese dönüştürebilmeli...
Ve sırt çantasını her daim hazır tutmalı insan...
Yollarla barışmalı...
Yalnızlığa alışmalı...

Susma Eylemi

Ecnebi psikologlara sorarsanız insanın dil öğrenmesi insan yavrusunun 0-2 yaş aralığına tekabül ediyor.Efenim her ne kadar güzel yurdum insanı ellisinde altmışında bile konuşma edebine ulaşamayarak bu tezi çürütüyorsa da madem ki ecnebi psikologlar söylemiştir vardır bir hikmeti diyerekten hem kaale hem kayda almak gerekir.
Efenim,velilerimizin kayıt parası denilen rüşvetlerle zorbela kaydedebildiği okullardan kötü renk seçimiyle içimizi karartan sınıflardan,edebiyat öğretmenlerinin sıkıcı yapmak için olağanüstü çaba sarf ettiği edebiyat derslerinden kasıt insan yavrusunun sosyalleşmiş bir varlık olarak konuşmayı öğrenmesidir.İnsan oğlu yukarıda mezkur şeylerle okumayı öğrenebiliyor mu siz karar verin.Düşürken konu komşunun,bakkalın çakalın,sigara içmeyi müthiş bir beceri ile öğreten arkadaş grubunun,adına kısaca tv denilen cin icadının,bir zamanlar güzel başbakanın önce yasaklatıp sonra da “oğlumun radyosunu isterim” diye serbest ettiği radyoların dahlini unutmayınız lütfen.
Konuşmayı öğrenip öğrenmediğimizi bir kenara koyup öğrenebildiklerimizle ne becerebiliyoruzu tartışalım biraz.Buradan sonrasını kalbiniz sağlamsa okuyunuz.
Konuşma konusunda öğrendiklerimizle önce arkadaşlarımızı şikayet etmesini öğreniyoruz.Onların önce öğretmenlerden sonra da ana babalarından sonra başka yerlerden güzel dayak yemesini sağlıyoruz konuşma icraatımızla.İnsanları küstürmeyi,kırmayı, yarala mayı iyi beceriyoruz.
Ayrılıkları sona erdirmeyi,çocukları sevindirmeyi, hastaları iyi etmeyi beceremiyoruz ama.
Ama kazanacağımız üç kuruş para için alın terlerini ceplerden alırken dilimizle çok mahirizdir.İnsanların özelinde kalması gereken uçkur meselelerini yedi düvele duyurmakta da. Bıçak yarasına baskın gelen yaralamalara da mahirizdir.
Efendim bendeniz naçizane olaraktan Biraz da GANDHİ triplerine girerekten yeni bişey buldum.(Burada tevazu modundayız.)
Dünya denilen bu uçsuz bucaksız tımarhanede (ki bu haneli kavramları fazla abart mamak gerekir lakin ucu kötü yerlere uzar.) gücümüzün yetmediği şeylere, değiştiremediğimiz her şeye, haksızlıklara, adaletsizliğe,eşitsizliğe,dayağa şiddete sair şeye ennnn çok da sevgiliden ayrılığa karşı insanları susma eylemine davet ediyorum.
Yasak,günah,ayıp boyutlarını vicdanınıza ve ferasetinize bırakıyorum.Ama lütfen yüreğinizi buran şeylere karşı susunuz.Susmak kolay olmayacak biliyorum.Susmayı öğrenmek konuşmayı öğrenmekten daha zor olacak. Hatta ecnebi psikologların dediği gibi “Söndürülecek davranışın şiddetinde başlangıçta geçici bir artışın görülebilmesi” mümkünse de ve siz konuşmalarınızla çevrenizdekileri bayıltacak hale getirseniz de susmayı lütfen öğreniniz.
Ne mi kaybedersiniz susma eylemiyle ? Hiççç…Sadece sizden başka ve sizin dışınızda bir dünya olduğunu fark edeceksiniz…

Dudaktan akacak her bi kelimeden de payını alacak ecelim

içine konulacak niyet zaman ver önerim
hatta akılda kalacak
her kelamda yakılacak bi söz var
umut var hislerimde doğmamış yarın var
bana hayat pınarlarımdan umduğum kadar bırak
bırak zamansız olsun ölümüm
ecel hata ve her surat kaldır at
gerek yok eskimiş nasılsa yenisi alınamaz
bi cümle oldu mutluluk satılmaz
nedeni bil ve sonucu sına inan bugünden öte bi gün yok
inada binip özürle inme yeminim olsun tek durak yok
bu yol çok meşakkat ister bilen yok
zaman çok amma lakin elle tutacağım bi dermanım yok
öfkem ölümü görsün önsözümden adını sildim öldüm
2 gramlık haktı sen bi çift sözünle ikiye böldün
bişey düşündüm daha ziyade düşde gördüm
üzüldüm rüyamı gözlerimle gömdüm

Gelip geçen nedense kalıcı olamamış bi düş benimki
baktığım güneş biraz soğuk üşür yüzüm saraydı
revizyonda kalbim görüşmek istedim kilitli
tamam yeter dedim fakat biraz diretti
şimdi bana da sundu şeytan yalancı elmalarını
mutluluk denen bu kahpe çoğalttı kavgalarımı
beklenen bu muydu kalbe verildi nüshalarını
anladım yalan dolanmış herşey herkes aynı

Seninle benim aramda zorda kalan hayallerim günahsız
iki melek omuzlarımda şahidim yemin riyasız her sözüm
bu gündüzün bi gecesi varmış
hangi yaranı kapatacakmış hangi derde derman anlat
asıl olan yalanlar hiç bi zaman ayakta duramaz oğlum
hiç bi kelime akla sormadan kalemle yatamaz oğlum
gururun ardı dağ başı ufuklar aşkı tehdit etti
derman hislerim yazılsa kalbe ferman
satırlarım umutsuz aralığında gülücük aramak hakkın işi mi
kalbimin de fişini çeksin ellerim yeter
duaya her sefer  niyetlenen dilim de tanrı katına kaç dilek gider
semaya yapışan eller
hayat masaldan öte misal verir ki gerçek olsun ister
önericek ne varsa gerçek akılda dursun ister
bi ses ver uzak da olsa duyarım
bedenim uçurum ucuna gelmiş işte burda yardım ister...
Video: 1 Kadın 1 Erkek     Benzer: bir, kadın, 1, erkek, çocuk, uyku

Hızır A.S.



Mor Koyun ve Aslanlı Mağara Zamanın çok başında bir yerlerde bir ülkenin başı olan Nemrut yaşarmış. Tahtına sarılmış kahinlerden bilgi alır ülkesini öylece yönetirmiş. Bir gün yine kahinlerden biri ona ülkesinde yeni doğan bir erkek çocuğun tahtını elinde alacağını söylemiş. Bunun üzerine Nemrut “ Ülkemde ne kadar yeni doğan erkek çocuk varsa hepsini öldürün ” diye emir buyurmuş. Yanında çalışan baş veziri Melik Melkan bu emirden haberdarmış. Çünkü kendisinin de yeni doğmuş “BELYÂA” isminde bir erkek çocuğu varmış. Hemen eşi Elhâ’ya durumu bildirerek çocuğu hazırlamasını söyleyip oğlunu aldığı gibi bir mağaraya saklayıvermiş. Mağaranın hemen yakınında bir yerde bir çiftlik, bu çiftlikte ise bir mor koyun varmış. Bu mor koyun her gün belirli saatlerde sürüden ayrılır, sonra sütleri sağılmış bir halde ağılına geri dönermiş. Durumdan şüphelenen çiftliğin sahibi Ebleya bir gün koyunu takibe koyulmuş. Birde bakmış ki sürüden ayrılan mor koyunun yanına iki tane aslan yaklaşıyor ve onu aralarına alarak bir mağaraya götürüyorlar. Mağarada güzeller güzeli bir bebek mor koyunu beklemekte. Hemen mor koyun bebeğin üzerine eğilip sütü bitinceye kadar bebeği emziriyor. Bebeğin karnı doyunca da yine aslanlar onu aralarına alıp ağılına kadar eşlik ediyorlar. Koyunun sahibi Ebleya bunu görünce hemen bebeği alıp karısı Elmaa’ya teslim eder ve orada BELYAA ‘ya bakmaya başlarlar. Daha sonra ailesine kavuşan BELYAA çocukluğunu yine ailesi ile geçirmiş. BELYAA bir rivayete göre Hz İbrahim’den önce yaşamış, İbrahim’in dedesinin amca oğlu ve Hz İbrahim’e ilk iman edenlerdendir. . Aynı zamanda Zülkarneyn (a.s) ile teyze çocukları olduğu söylenir. Kuran-ı Kerimde Zülkarneyn peygamberin ismi İskender (a.s) olarak geçer. Onlar doğunun en doğusu, batının en batısı olduğu söylenen bir ülkeye giderler ki burasının Urfa toprakları olduğu rivayet edilir..Orada bir sürü kuyu vardır. Bir güvecin yakalayıp tüylerini yolarlar, kuyudan aldıkları su ile yıkarlar ve güvercin kanatlanıp uçuverince de şaşıp kalırlar. BELYAA hemen o sudan içip abdest alır.ve ölümsüzlüğe kavuşur.Daha sonra hiç kimse o suyu bulamaz. Aslında Allah’ın“HAY” esması tecelli eder onda. AB-I HAYAT suyunu bulması tesadüf değildir. Geçtiği her yere bereket ve bolluk getiren, aşkı arayanlara AŞK sunan,. onu görenlere bir müjde olan, Yeşillik ve Bereket anlamında gelen HIZIR denir ona. Onunla ilgili binlerce hikaye vardır. Onu görenin yüzü güler, kalbi sevgi ile dolar ve gerçek aşkı yaşar onu gören gözler mutlaka.. O aslında insanlık için bir yardımcı, darda kalanların Hızır’dır. Dünyadaki bütün dilleri bilir, her sesi işitir,.aynı anda her yerde olabilir. Bu ona Rabbinden gelen özel bir lütuftur. Ledûn ilmi verilmiştir kendisine. Bu ilmi almak isteyenlere, talep edenlere öğretme olur.. Elini, dilini, gözünü, gönlünü, bütün azalarını muhafaza etmek şartı ile başlar ilk ders. Hızır Babamın üzerinde güllerle bezenmiş bir cüppe, başında al bir yazması varmış derler. Yinede o nasıl görünmek isterse öyle görünürmüş dilediğine. Geçtiği yerlerden mis gibi gül kokuları yayarmış etrafa. Gül ağacının altına dilek adamakta işte bu sebeptenmiş. İsterse genç bir delikanlı , isterse nur yüzlü bir dede. Bazen de zamanın ötesinden gelen bir zaman gezgini olarak çıkarmış insanların karşısına. Bastığı her yer gül bahçesine döner, dört bir yanda rengarenk çiçekler açarmış, hava bile farklı görünürmüş görenlerin gözüne. O sıkıntıda olanların kurtarıcısıymış O yer yüzündeki yüce aşkı, hak gördüğü kişilere sunmak için gelir, ilme layık olana ders verir, istemezse bakmadan geçip gidermiş. Görmek için çok istemekmiş sırrı. Gece gündüz onu düşünmek talep etmekmiş ilmi . HZ Musa’ya da, Ahmet Yesevi’ye de manevi dersi verenin o olduğu söylenir. Musa ile buluştuğu yerde; tuzlu balıkların, birden canlanıp nehre girdiği pek bilindik hikâyesi de kıssa edilmiştir Kur’an da. Hz İlyas Hızır’ın kardeşidir. Karalarda ve denizlerde hep ikisi vardır. Su ve yağmur İlyasın emrine verildiği söylenir. Hızır karadakilerin, İlyas ise denizdekilerin yardımına koşmak için zamanın her yerinde beklerlermiş. Senede bir gün 6 Mayıs'ta iki kardeş buluşurlar, hasret giderirlermiş. Senede bir gün olan bu kavuşma kalplerini coşturduğu gibi tabiat da olarla birlikte coşar, dallar çiçek açar, güneş pırıl pırıl parlar, kuşlar bile sevinçlerinden durmadan ötermiş... İki canın kavuşması ile etrafa bir sıcaklık yayılır, hava ısınır gök kuşağı oluşurmuş semada. Gece olunca da yıldızlar bir başka parlarmış o gün. Onların kavuşması şerefine kim bir dilek dilerse, Allah bu dileği mutlaka gerçekleştirirmiş..O toprağı canlandırdığı gibi kalplere nazar eder de nice ölü kalpler dirilip sevgi ile coşarmış Onu çok isteyen ilmine talip olanlar olurmuş. İşte çok isteyen ilme talip olana gelir ve ilmi verirmiş. Bazen onu görenler tanımaz yanından habersizce geçip giderlermiş.. Bazen de onu arayanlara gülümser sanki o aradığın bak benim dermiş gibi işaret edermiş. Eli yumuşacıkmış, sanki kemiği yokmuş gibi. Sağ elinin işaret parmağı ile orta parmağının birbirine bitişik olması en belirgin özelliği imiş. Kendini tanıtmak isterse gösterir, istemezse ellerini saklarmış bilhassa. Kuran-ı Kerimde “Biz bir kulumuza kendi ilmimizden bir ilim öğrettik” diye bahseder Hızır (a.s).için. O da Allah’ın müsaadesi ile layık gördüklerine öğretir bu ilmi. Fakat nihayetinde o da ölümlü biri, yani oda bir piri fani.Onun ölümsüzlüğü de yine onun ilminde saklı. . KAF dağı diye geçer adı masallarda. Masallar gerçekleri anlatır aslında. Aslı Tur-u Sina dır Kaf dağı diye bilsek de biz. Zamanın çok başında bir ülkede tahtına sarılmış bir Nemrut yaşarmış. İşte böyle başlamıştı hikaye. Aslıda her devirin bir Nemrut’u, bir de Ahmed’i varmış. Hızır da her devirde, zamanın her yerinde hazırmış. Dört hafta da bir Fatih Caminde Cumaya gelir, Eyüp Sultanda Selam kapısından içeri girermiş. Üsküdar çinili camiyi çok severmiş. Atik Ali Camiin de namaz kılar, çoğunlukla Beyazıt Camiinde bilenlere imamlık edermiş. Aslında o her yerdeymiş. Ama en çok da İstanbul’u severmiş. Bunu düşünürken baktım ki lülelerce akmış zaman, Pirler çoğalmış hepsi bir köşeyi tutmuş. Akşamın hüznü güne çökmüş. Etrafı gül kokuları sarmış, birde yukarıda bir gök kuşağı belirmiş. Kim bilir nerelerdedir şimdi o. Nerelerde namaza durmuş, kimin yardımına koşmuş, kime göstermiş o gül yüzünü, kim ilim istemiş, kime vermiş dersini. Kim fark etmiş onu, o kime selam vermiş, kimi sevindirmiş? Üzerinde güllerle bezenmiş cüppesi, keçeden külahı elinde o güç simgesi asası kim bilir kime sunmuş ölümsüz aşkı. Hz.Hızır’ın Duası;( Edrik Ebel Enni Munhasır.Seyyidi İbni Melkanil ) Hızır ey efendim Hızır. Allah’ın izni ile yetiş sıkıntıdayım.

Emelimmmm sağoll...


Bir daha bu yolları aynı hevesle yürür müyüm?

Kim bilir ne bekliyor, kalır mıyım ölür müyüm?
Ne malum dünya gözüyle, bir daha görür müyüm?

Radyoda Sezen Aksu söylüyor, dışarıda kar yağıyor…
Bardağımda sıcaklığı ıhlamurun, tadı damağımda bir garip kayganlık, içimde duyguların hasat sonu harmanı, savruldukça toza dönüyor her şey ve kağıt kesiği bir acıya dönüyor dokunduğum her yer …
2010’un ilk yazısı bu, bugün mağazadaki kız söyledi “elim hâlâ alışmadı 2010 yazmaya” diye “benim de dilim alışmadı" dedim, çıktım…
Oysa nelere alışmıyordu insan! Ne alışamam dediklerimize, NE UNUTULMUŞ VAATLERE…
Ne hayatta yapmam, yaptıramazlar denilenlere…
Ne “görmesem ölürüm” deyip görmeyince ölmediklerimize…
Evet belki ölünmüyor ama adına da yaşamak denmiyor ayrıca, biyolojik olarak hayat devam etse de psikolojik olarak öyle değil işte…
Nelere alışıyor insan, alıştıkça şaşırdığı ne çok şeye…

Siz kaç ayrılık yaşadınız mesela?
Kaç insanın çığlıkları var içinizde?
Kaç kişiyi öldürdünüz dilinizden dökülen hançer ucu sözlerinizle?
En son hangi ayrılıkta kaldınız, kimi gömdünüz yüreğinizde bir yerlere?
Bir yerlerde ağladığını bildiğiniz kaç kırık kalbin ahı var üzerinizde?…
Nelere alışıyor insan değil mi?
El de ayıplayıp, el de kınayıp, elinizde kalan ne çok ilahi adalete…
Ama buna da alışacak buna da katlanacak bunu da unutacaksın.
Neleri unuttuğunu hatırlasan, ne demek istediğimi anlayacaksın…
Dışarıda kar yağıyor, senenin İstanbul’a düşen ilk karı, sanki daha alımlı olacağını biliyor gibi sokak lambasına doğru gidiyor, sallana süzüle ahenkle…
Oysa o kadar yol alıp sonra ‘ıslak asfaltta’ çapı kadar yer tutup gideceğini ve yarın onu benden başka kimsenin hatırlamayacağını bilmiyor bile…

Nasıl diyordu şair;
“Bu gece yılbaşı….
Dışarıda kar yağıyor, dışarıda kar
Ve Tütüyor gözlerimde
Küllenmiş bir mangal gibi eski hatıralar”

Peki biz nasıl başlamıştık bu yazıya:
Bir daha bu yolları aynı hevesle yürür müyüm?
Kim bilir ne bekliyor, kalır mıyım ölür müyüm?
Ne malum dünya gözüyle bir daha görür müyüm?

Pişman değilim ama göçtüm kederden
Düşman değilim ama çöktüm erkenden…

BEDİRHAN GÖKÇE

müzik - sagopa kajmer - sürahi klip 2010 | izlesene.com

Vaktim nakit her dakikam değerli

Ben bu zamanın bekçisiyim ve benden razıdır başında beklediklerim
Dosta ve de düşmanadır iyi dileklerim
Ben ne yazmışım ne kışmışım
Uykumda mışıl mışılım
Ama bak gözlerime ışıl ışılım
Ayın on dördünden nuru çalmışım

Off...Etti cana tak malesef yok çaresi yalnızlığın
Sen ve koparamadığın halatların yeter artık nazlandığın
Ağlama kıyamam ıslanır buklelerin
Aklına geldikçe uktelerin
Zaman makası ipleri keser sona kaç var
Pişmanlık için çok geç ama kabus için henüz erken

Gelecek çılgınlıklar zincilermeseydi bir zamanlar benim için
Geçmiş göz yağmurlarımı biriktirdiğim sürahi
Kader verdi ilahi
Kabullendim vallahi...

Bir zaman; gayet akıllı, zengin ve mahir bir ressam, sadece takdir edilmek amacıyla bir resim sergisi açmış. Fakat sahnenin gerisinde durmuş, kendisini konuklara göstermemiş. Konuklara her türlü ikramı yapmış. Sergiyi gezen misafirler, harika resimlere bakmışlar, ne kadar güzel resimler diyerek aralarında konuşurlarken, birisi, ressamı göremediği için; “acaba bu harika resimleri kim yapmıştır?” diye bir soru ortaya atmış.

Bir kısım insanlar; bu resimler “kendi kendine” olmuştur demişler.
Bir kısım insanlar; resimleri “tabiat kanunlarının” yaptığını iddia etmişler.
Bir kısım insanlar ise; resmi meydana getiren,” boya,fırça,kağıt;kafa kafaya verip bu resimleri meydana getirmiştir” demişler.
Bir kısım insanlar ise; harika resimlerin ve ikramların; “ancak akıllı,mahir, zengin bir ressam tarafından” yapılabileceğini, söyleyip; kendilerine ikramda bulunan,O ressamı içeriden, alkışlar ile çağırıp, kendisiyle tanışmış ve teşekkür etmişler.
İşte biz, bu canlı kainatın ressamına; O, Musavvir’e; Allah diyoruz.
Ressamdan farkı, gerçek ve canlı resimler yaratmasıdır. Resim, ressamın bir parçası olmadığı gibi; ressam da, resmin bir parçası değildir. Yani mahlukat, Allah”ın bir parçası değil, eseridir. Resim ile ressam arasında da fırça vardır.
Yani vahdet-ül vücudu doğru anlamak gerektir. Gökyüzündeki bulutlara dikkatli baktığınız zaman, tabloyu bir anda nasıl değiştirdiğini hayret ve ibret ile gözleyebilirsiniz.
Bir esere bakıldığı zaman; eser sahibi unutulmamalı. Mana-i harfi ile bakılmalı. Yani;Ne güzel bir ayna diyerek, dikkatli ve kem bakıp nazar ile aynanın kendisini ve aynanın ustasının kalbini kırmamalı. “Maşallah, bu aynanın ustası gerçekten harika ve mahir birisi” diyerek, sanatkârını da sena ve takdir etmeli.

komik - testere İstanbul’da-bkm mutfak | izlesene.com

Bu Blogda Ara

About this blog

Yoklugunda insa etigim o hayali bir anlik ofkeyle yerle bir ettim.Agir bir bilanco hayatta kalan yok,pismanlik duygusu kendimi ihbar ettim.
Ifsa et! Sucluyum saklamak sonucsuzYahut infaz et varligim luzumsuz.
Bir hayale adanmis yarim bir öyküyüz.Arar ve sorarlar yokuz ki sürgünüz.Dayan bu badireler de geçici bak inan!!!Uzatma git beni unut dedi hatıram.Bak haline yerle bir oldun oyun değil yaşam???Ne seyrine ne keyfine ve de rengine kan...

About Me

Fotoğrafım
burcuyur.blogspot.com
Profilimin tamamını görüntüle

Blog Archive

Labels